Adına Stendal ya da Floransa Sendromu deniyor. Bir sanat eseri karşısında, onun görkeminden, güzelliğinden büyülenip kendinden geçme, bayılma olarak tasvir ediliyor. Dün National Geogprahpic'in Ağustos sayısını yutar gibi okurken rast geldim ilk kez. Enfes bir heykelin fotoğrafının yanında minik bir yazıda söz ediliyordu sendromdan. Hemen küçük bir araştırma yaptım. Sendrom bilimsel bir araştırmaya konu olmuş. Floransa'daki Medici Riccardi Sarayı'nın ziyaretçileri gözlemlenmiş, görüntüleri kaydedilmiş ve ziyaretçilerin kalp atış ve nefes alış hızları, tansiyonları, göz ve kas hareketleri incelenmiş.Ziyaretçilerin görüntüleri kaydedilmiş ve eserlere bakarken ne hissettiklerini yazmaları istenmiş. Eserlere bakanların yüz kaslarının gevşediği, göz bebeklerinin küçüldüğü, kalp atışı, nefes alış hızı ve tansiyonlarında değişiklikler olduğu belirlenmiş. Ziyaretçiler ise hissettikleri "tatlı bir yorgunluk" ve "aşırı duygulanma" hali olarak tanımlamışlar.
Tüm bunları okuyunca aklıma ilkokuldaki koro seçmeleri geldi. Seçmelerde bir şarkı vermişti öğretmen her birimize. Onu söyleyecektik, o da sesimizin koroda yer almaya uygun olup olmadığına karar verecekti. Şarkıyı söylemeye başladım.Ortalarına bir yerlerine geldiğimde gözümden yaşlar akıyordu. Allah'ım ne utanç! Öğretmen ve diğer çocuklar şaşkınlık içinde bakarken yerin dibine geçsem diye düşünüyordum. Zira en olmayacak şarkıyı vermişti ve ben neden bilmem şarkının dibine kadar girmiştim. Öğretmen omzuma hafifçe vurdu, "geç bakalım" dedi. Belli ki o koroda olmazsam ağlamaktan öleceğimi sanıyordu. Gözyaşlarının sebebini muhtemelen böyle yorumladı. Başka türlü nasıl yorumlasın o yaşta bir çocuğun bir şarkıda bunca duygu yoğunluğu yaşayacağı kimin aklına gelir ki. Zira ben bile tam olarak neden böyle olduğunu anlayamamıştım. Hangi şarkıyı söylemeye çalışıyordum işte orası muamma. Zira utançtan yerin dibine girdiğim bu sahneyi öyle bir silmişim ki hafızamdan daha dün o yazıyı okurken anımsadım. Bu kez utanarak değil elbet gülümseyerek. Ve bu kez o zaman neden öyle gözyaşlarına boğularak o şarkıyı söylemeye çalıştığımı bilerek. Zira hala ne zaman bazı şarkıları içimde duya duya söylemeye kalksam yine aynı şey oluyor.
Bu sendromdan musdarip olanların hamurlarında şahane bir maya olduğunu düşünüyorum. Zira güzellik karşısında büyülenmek her babayiğidin harcı değil. Zaten güzellik denilince pek çok insanın aklına büyük ustaların eserleri değil Adriana Lima ve aynı türden olanların geldiği düşünülürse, güzelik tanımı bu şekilde olanların muhteşem bir heykel karşısında onun çıplak poposu ya da memelerinden ötesini görememe ihtimalleri oldukça yüksek. Aslında elbette insan da en güzel sanat eserlerinden biri. Hatta belki de en güzeli. Ama dediğim gibi bakış farkı var.
Bu sendromu sadece sanat eseri karşısında değil doğadaki pek çok şey karşısında da yaşayabilmek mümkün. Mesela Sekoya ağaçları, denizlerin en muhteşem yaratıklarından biri olan yapraklı deniz ejderi, ormanın en şahane kuşlarından şaşaalı quetzal vs. Her ne karşısında olursa olsun bu duygulanımı hissetmek olağanüstü bir duygu değil mi? Sıkıcı, rutin günlük hayat içinde böyle birşey karşısında büyülenip kalmak, içinden bir volkanın yükseldiğini hissetmek, göğsünün içinde bir dalganın göğüs kemiklerine çarpıp durduğunu duymak, yüz kaslarındaki hafif gerilim ve gözyaşlarının kontrolünden çıkması... Bence bütün bunlar hayatın içinde bizi katılaştırıp, insan olduğumuzu unutturan herşeye karşı bir meydan okuma, kafa tutma biçimi...
Resim: Caravaggio
İfade Kullanİfade Kullan